Selmin Balıbaş
Afet Dayanışma Ağı
23.01.2022
Gelişmemiş, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde afet durumlarında görülen zararlar gelişmiş ülkelere oranla çok daha fazladır ve zararların telafisi ise oldukça zordur. Bunun temel sebebi bu gibi ülkelerdeki sosyo-ekonomik seviyenin düşük; eğitimsizlik ile toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan eşitsizliklerin ise yüksek olmasıdır. Çünkü zaten ana akım olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği, afet, kriz, çatışma gibi olağan dışı durumlarda daha şiddetli etkilere neden olmaktadır. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik/fiziksel farklılıklar ve toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan sosyo-ekonomik eşitsizlikler genellikle kadınların aleyhinde bir durumun oluşmasına sebebiyet vermektedir.
Afeti tanımlarken hayatın olağan akışını sekteye uğratarak, bir ya da daha fazla yerleşim alanını etkileyen, sonuçları bakımından anlık çözüm bulunmasını gerektiren, toplumun bu sürece uyumunu zorlaştıran, kimi zaman dış yardıma gereksinim duyulan sosyal, ekonomik ve fiziksel kayıplara sebebiyet vererek ekolojik düzeni bozabilen doğa, teknoloji ya da insan kaynaklı olaylardır şeklinde bir tanım yapabiliriz.
Afetlerin yıkıcı etkisinin bireyler üzerinde eşit bir etkiye sahip olmadığını; Bir diğer ifadeyle, afetlerden zarar görebilirlik cinsiyetler arasında eşit bir dağılım göstermemekte olup; kaynaklara erişebilirlik, yetenekler ve imkânlar doğrultusunda kadın ve erkek arasında farklı bir seyir izlediğini bilmekteyiz.Afetlere bağlı zarar görebilirliğin başında ölümler gelmektedir.
Her ne kadar afetlerden kaynaklı ölümlerde cinsiyete dayalı ölüm oranları arasındaki farka ilişkin bir istatistik tutulmasa da; yapılan birçok araştırma kadın ölüm oranlarının erkeklerden fazla olduğunu göstermektedir.
ZARAR GÖREBİLİRLİK
AFAD’ın Açıklamalı Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğü’nde zarar görebilirlik (vulnerabilitiy) “Farklı tür ve büyüklükteki tehlikeler karşısında, insanların ve yaşam çevrelerinin uğrayabileceği fiziksel, toplumsal, ekonomik veya çevresel zarar ve kayıpların ölçüsü” olarak tanımlanmaktadır. Bunlara ek olarak zarar görebilirlik; belli bir topluluğun, sistemin veya çevrenin afetler neticesinde oluşan tehlike ve tehditlere maruz kalmasına neden olan nitelikler ve koşullar bütünü olarak da tanımlanabilmektedir.
Zarar görebilirlik analizlerinin yapılması, bir afetin olası sonuçlarının toplumun farklı kesimlerinde bıraktığı etkilerin ölçümlenmesi açısından önemlidir. Zarar görebilirlik doğal ve insani olmak üzere iki ana kola ayrılmaktadır. Doğal zarar görebilirlik, bölgenin coğrafi yapısından kaynaklanan sele yatkınlık, fay hatları üzerinde bulunma, volkanlara yakınlık gibi durumları kapsarken; insani zarar görebilirlik kendi içinde ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel zarar görebilirlik olarak dörde ayrılmaktadır. Bireylerin ya da toplumların afetlerin olumsuz etkileriyle baş edebilme kapasitelerini ve hassasiyetlerini ifade eden “sosyal zarar görebilirlik”ise ;
(a) toplum yapısında dağılma ve çözülme,
(b) göçmen ve azınlık gruplarının yaşadığı entegrasyon sorunu,
(c) kadınların karar alma süreçlerinden uzak tutulması,
(d) kamu farkındalığının zayıf olması,
(e) bilgi ve enformasyona erişim zorluğu,
(f) mevcut inançlar ve kültürel normların zayıflaması veya bunların afet sonrası oluşan yeni durumlarla çelişmeleri,
(g) siyasi yönetici ve temsilcilere ulaşamama ve
(h) toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sorunları içermektedir.
Her ne kadar kriz eylem planları yapılmış olsa da, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan nedenlerden ötürü kadın ve erkeğin farklı rolleri ve kaynaklara erişim konusunda farklı imkânları olması; kadınların erkeklere nazaran afetlerden daha fazla etkilenmelerine sebebiyet vermektedir.
AFETLERDE CİNSİYETE GÖRE ZARAR GÖREBİLİRLİK FARKLILIKLARI
Afetlerin bireylerin yaşam standartları üzerinde neden olduğu zararlar, kadın ve erkeğe göre farklılık gösterdiğini belirtmiştik.
Bu durum temelde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden kaynaklanmaktadır. Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda zarar görebilirlik kapsamındaki farklılıklar;
-fiziksel zarar görebilirlik,
-sosyal zarar görebilirlik ve
-ekonomik zarar görebilirlik boyutları altında hem afet anı hem de afet sonrası koşullar göz önünde bulundurularak ele alınmış ve toplumsal cinsiyet rolleri ile toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında incelenmiştir.
Fiziksel zarar görebilirlik başlığı altında (a) ölüm, (b) hamilelik, (c) sportif yetersizlikler ve (d) hijyen ve temiz su kaynağı eksikliği ile yetersiz beslenme sonucu oluşan hastalıklar yeralırken;
Sosyal zarar görebilirlik kapsamında (a) hane halkının bakım sorumluluğu, (b) düşük eğitim seviyesi, (c) giyim kodları, (d) katı ataerkil yaşam tarzı, (e) aile içi şiddet, insan kaçakçılığı, taciz ve tecavüz gibi şiddet olayları ele alınmıştır.
Bütün bu detaylı sınıflandırmaları en basit halde maddeleştirirsek;
Doğrudan etki
Enfeksiyonlar
Gebelik komplikasyonları
Cinsel şiddet
İnsan/kadın ticareti başlıklarında irdeleyebiliriz.
Kadınların yetiştirilme tarzları, edindikleri becerileri, yapabilirlikleri ve cesaretleri gibi toplumsal cinsiyet rolünden doğrudan etkilenen özellikler nedeniyle etkilenme; buna doğrudan etkilenme de denebilir. Örneğin, kadınların yüzme ya da ağaca tırmanma becerisinin erkeklere göre daha az olması, evi terk etme, kendini ve çocuklarını güvenli bir yere götürme kararını kendi başlarına verme becerisini daha az edinmeleri, giysilerinin daha fazla hareketi kısıtlayıcı olması ya da gece olan bir afette evi terk etmeden önce ev dışında kabul görecek bir kıyafet giymeye kendilerini mecbur hissetmeleri gibi tamamen yetiştirilme ve kadına yüklenen roller ile açıklanabilecek durumlar etkili olmaktadır.
Bu örnekler ilk bakışta çok basit nedenler gibi görülebilir ve böylesi farklılığa yol açabileceği
gözden kaçabilir. Ancak London School of Economics ve Essex Üniversitesi’nden araştırmacılar, doğal afetlere ilişkin 141 ülkeden elde edilen 21 yıllık veriyi değerlendirip, doğal afetlerde erkeklerden daha fazla kadınların öldüğünü tespit etmişler. Bu ölümlerin arasında yukarıda saydıklarımızın etkisi azımsanmayacak durumdadır. Yine Oxfam tarafından yapılan bir araştırmada Hint Okyanusu’ndaki tsunaminin etkilediği bazı köylerde, kadın ölümlerinin erkek ölümlerinin birkaç katı olduğu saptanmış ki bunu kadınların ağaca tırmanma, yüzme bilme gibi becerilerden yoksun olmalarına bağlıyorlar. Marmara depreminde de elimizde ölenlerin cinsiyetine dair bir veri yok ancak kadınların evden çıkmadan giyinmeye çalıştıklarını, çevreden gecelikle çıkma konusunda çekindiklerini kendi tanıklıklarından biliyoruz.
Enfeksiyonlar: Temiz suya erişim zorluğu ve kadınların öncelikle yaşam alanı temizliği ile ilgilenmek ve temiz ya da pis suyu kullanmak zorunda oluşu, cinsiyete uygun tuvaletlerin olmaması, adet dönemlerinde gerekli hijyeni sağlayamamak, ortak ve kadınların kalabalıkta gitmekten çekinecekleri yerlerde tuvalet ve banyoların oluşu, gece tuvalet kullanımını zorlaştıran aydınlatma sorunları gibi aslında çok basit görülen ancak cinsiyete duyarlı gözle bakılmadığında bütün bir kadın nüfusa zarar verebilecek bu durumlar kadınlarda deri enfeksiyonlarından, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve genital enfeksiyona kadar sorunlara neden olmaktadır
Gebelik komplikasyonları: kadınlar için afet ve kriz durumlarında üreme sağlığı hizmetlerine erişimin zorlukları ortaya çıkıyor. Oysa yaşanan afet sonrası ilk günden itibaren bu hizmetler gerekli çünkü hayatta kalanlar arasında gebeler, doğum zamanı gelmiş kadınlar, hatta yaşanan şok ile erken olan doğumlar, dolayısı ile lohusa kadınlar, emziren kadınlar, kürtaj ve doğum kontrol aracı ihtiyacı olan kadınlar vardır. Bu hizmetlerin sağlıklı koşullarda ve ehil kişilerce verilmesi için dağılmış olan sistemlerin çok hızlı biçimde yeniden kurulması gereklidir. Bu dönemlerde gebelik ile ilgili sağlık sorunları nedeniyle kadın ölümleri ya da istenmeyen çocuk doğumları, doğum sonrası yeterli bakım ve hijyen olmamasından kaynaklanan enfeksiyon ve kanamalar ile kadınların zarar görebilirlikleri artmaktadır.
Son yıllarda doğal afetlerden farklı olarak insan kaynaklı afet sonucu , bu konuyu genel olarak sığınmacıları ifade etmek anlamında SURİYELİ’LER başlığında değerlendirilmesi gereken bir konu var. Türkiye’ye 7 milyondan fazla mülteci ve sığınmacı gelmiştir. Göçmen kadınların sağlık sistemi olan bir ülkeye gelmiş olması onları bu sorunlardan kurtarmamaktadır. Yine erkeklerden farklı olarak üreme sağlığı hizmetlerine erişim ve sağlıklı uzman kişilerce verilen hizmeti alma ihtiyaçları ve hakları vardır. Ancak kayıtlı olmak, olmamak, kampta olmak, kendi imkanları ile yaşamak gibi birçok farklılık, hizmet alımlarını etkilemektedir. “Suriyeli” mülteci kadınlarla yapılan çalışmaların ve sorunlarının paylaşıldığı sunumlar, üreme sağlığı hizmetlerine kadınların yeterli biçimde erişemediğini göstermektedir.
Cinsel şiddet: Afetlerin neden olduğu toplumsal travmalar ,olağan zamanlarda kısmen de olsa koruyucu ve engelleyici olabilen sosyal normların parçalanması şiddetin ve cinsel şiddetin artmasına yol açmaktadır.
Bunun bir parçası olarak da ;
-zorla evlendirme,
-para karşılığı evlendirme,
-küçük yaşta evlendirilme,
-aile içi istismar ,
kadınlara yönelik artan risklerdir.
Afetler ,yaşam alanlarını; toplumsal dayanışma, koruma, yaşam normlarından oluşan tüm sistemleri parçalıyor. Bu durumlarda her yönüyle şiddet ve cinsel şiddet hem aile içinde daha bariz ortaya çıkabiliyor hem de azalmış güvenli alanlar nedeniyle kadınların yabancılardan gelecek şiddete de daha açık olmalarına neden oluyor. Afet nedeniyle parçalanmış aileler ve yalnız kalmış kadınlar hem cinsel şiddetin daha kolay hedefi olabiliyor hem de Marmara depremi sonrası tanık olduğumuz bazı örneklerdeki gibi toplumun hedefi haline gelip dışlanabiliyor. Kocaeli Üniversitesi tarafından çevirisi ve Marmara depremi örnekleri ile adaptasyonu yapılan “Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Afet Yönetimi / Chaman Pincha-2009” adlı kitapta Marmara depreminde yaşanan özellikle cinsel şiddet vakalarından örnekler var.
Ayrıca çok yakınımızda ve gündemimizde olan “Suriyeli” mülteci kadınların da erken ve zorla evlilikler, ikinci eş olarak evlendirme, fuhuşa zorlanma gibi durumlarla karşılaştıkları bilinmektedir.
Şiddet konusunda yardım kuruluşlarının bazı destek çalışmaları var, ancak bu, sistematik önlemlerle ele alınması gereken bir sorun ve bir ucunda da devlet , sosyal destek yapılarının ve kadın örgütlerinin ortak çalışmasını gerektiren bir konu.
İnsan/kadın ticareti: Özellikle çatışma bölgelerindeki kadınlar bu riskle yüksek oranda karşılaşmaktadır.Kız çocukları kadar, erkek çocukları da insan ticaretinden etkilenmektedir.
Yine Marmara depremi üzerinden bakarsak ,çünkü üzerinden 21 yıl geçti ve artık birçok konu daha bilinir durumda. Sayısı bilinmese de kaybolan kadınlar var ve bazılarına zorla fuhuş yaptırıldığına ilişkin küçük bilgiler var ve hiç bulunamayan kadınlar var.
Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, 2015 Nepal depreminden sonra ülkede, yılda 15 bin kişi- çoğu kadın ve kız çocuğu- fahişe olarak ya da borç karşılığı çalıştırılmak üzere insan kaçakçılarının eline düşüyor. Bu konu en zor kısım sayılabilir, çünkü toplumsal ağlar çözüldüğünde ve insanlar yalnızlaştığında, eğer hızlı biçimde yeni destek ve dayanışma ağları oluşturulamıyorsa, kadınların zarar görebilirlikleri de o oranda artıyor.
Bütün bunların yanı sıra kadınların zarar görebilirliğinin azaltılmasında erkeklerin sürece dahil edilmesi ve hassasiyet oluşturulması konularının gündeme alınması önemli.
Yardım çalışanlarının toplumsal cinsiyet duyarlılığına sahip olması ve sahaya bu bakış ile gitmeleri yine çok önemli. Çünkü insani yardımda zarar vermemek ilk adım olmalı. Afetten etkilenen nüfusun, konumuz özelinde kadınların, kendilerini güvende hissedecekleri iletişim ortamları yaratılması gereklidir. Yararlanabilecekleri yasalar ve düzenlemeler hakkında bilginin yanı sıra uzmanlara erişebilmelerinin sağlanması gereklidir. Ve tabi ki insani yardım çalışanlarının bu konuda kapasitelerinin arttırılması önem kazanmakta. Saha çalışanlarının cinsiyet eşitliği perspektifine sahip olmaları, suistimal, şiddet vakalarını tanıyabilmeleri, kendi tutum ve davranışlarını bu bilgi ile düzenlemeleri önemli.
Diğer yandan ,dünya genelinde çatışma bölgelerinde 20 milyondan fazla kız çocuğu eğitim hakkından mahrum kalmaktadır..
Yine bu arada Afet risklerinin azaltılmasıyla ilgili politika belirleme ve karar alma süreçlerinde, kadınların yeterince temsil edilmediğini görüyoruz.
Kadın ve kız çocuklarının bir afet öncesinde de cinsiyetlerinden kaynaklı dezavantajlı durumları, afet sonrasında da, doğrudan zarar görebilir grupta değerlendirilmelerine neden olmaktadır. Bunu için de “Toplumsal Cinsiyet Asgari Standartları”nın oluşturulması insani yardım kuruluşlarına destek olabilecektir.
Mülteci ve sığınmacı kadınlara yönelik şiddet, taciz ve suistimal ise ,aile, partner,akrabalar, sınır görevlileri,kaçakçılar, işveren, ev sahibi tarafından olabilmekte….diğer taraftan yine meslekleri nedeniyle( gazeteci gibi, insan hakları savunucuları gibi) devlet tarafından yapılabilmekte. Afet ve acil durumlarda kadınlara yönelik şiddetle ilgili ön bir istatistiğimiz yok. Dolayısıyla deprem sonrası şiddet arttı dediğimizde bu istatistiksel verilere dayanmıyor.
Sadece sahadaki gözlemlerle bu bilgilere sahip olabiliyoruz.
Afet ve acil durumlarda, aile içi şiddetle ilgili çalışan birimler de afet mağduru olduklarından, işler düzenli yürümüyor kayıt tutulmuyor ya da kayboluyor veya bu şiddeti önleyecek koruma evleri az/yetersiz/yok. Cezasız ve korumasız kalındığı için başvuru olmuyor. Sonuç alamadığını gören kadın şiddete katlanmayı tercih ediyor.
Yine Marmara depremi ile örneklendirmeye devam edersek Marmara depreminde kadınlar çadır kentlerde kendi sosyal yaşam ortamlarından uzakta şiddete, tacize uğradılar. Kadınlar ve kız çocukları hiç tanımadığı bir çevrede sosyal destekten mahrum kaldılar. Bu yaşamlarındaki şiddet oranını artırdı: çadırın önünde uzun süre bulunmaları kısıtlandı, bu baskıyı eşlerinden, balarından ve çevrelerinden gördüler.
Diğer taraftan bu süreçte erkekler , afette yıkılan, hasar gören mallarına bakmaya ve korumaya gittiklerinde yalnız kalan kadınlar kendilerini koruma pratiklerine sahip olmadıklarından, gerektiğinde ne yapacaklarını bilmiyorlardı.Çünkü kültürel normlar gereği erkekler, kadınları ve çocukları korumakla yükümlüydüler. Marmara depreminde bu şekilde yalnız kalan kadınlar yardım almak için evin erkeğini beklediler ve yardıma ulaşmakta sıkıntılar yaşadılar.
Bu süreçte çocuk ve kadın kaçırma olayları da yaşandı. Bir kısmı hiç bulunamadı. Çocuk ve kadın ticareti, afet ve acil durumlarda ne yazık ki tehlikeler sıralamasında birinci. Ülkemiz de dahil olmak üzere insan ticareti konusunda kayıt bulmak çok zor. İnsanlar şiddet konusunda
zor da olsa konuşuyorlar ancak insan ticareti konusunda konuşmuyorlar. Afet ve acil durumlarda özellikle maddi olanaklarından yoksun kalan bireyler, ailelerine yardım için uzaktaki işlere gitmeyi kabul ediyor ve bu işleri verenlerin de bir kaydı olmadığından, bunun sonucunda ,kaybolan kız ve erkek çocuklar ve de gençler oluyor.
Diğer yandan geçici barınma merkezlerinde çadırların yakınlığı ve içinin görünmesi, seslerin duyulması cinsel yaşam mahremiyetini ortadan kaldırdığından erkeklerin bu taleplerinin reddi şiddetle sonlanıyordu.
Yine Marmara depreminde çadır merkezlerinde ,çadırların tuvaletlere uzaklığı da kadınları ve çocukları riske atıyordu. Geçici yerleşim merkezlerinde kadınların en çok cinsel tacize ve şiddete maruz kaldığı alanlar tuvalet ve duş bölgeleri olmuştur. Tuvalet ve duş gibi basit alanların kadın erkek olarak ayrılmaması bile kadınların günlük yaşam pratiğini ciddi anlamda zorlayan ve kendilerini güvende hissettirmeyen ve sağlık şiddetine yol açan sebeplerden sadece bir tanesi.Adet döneminde kadınlar pedlerini yeteri sıklıkta değiştirememiş, bez kullananlar bunları kimi zaman tam kurutamadan kullanmak zorunda kalmış ,bu da enfeksiyonlara yol açmıştı.
Ülke raporları ekonomik yıkımların ,cinsiyete dayalı şiddetin artmasına katkısı olduğunu saptadı. Afetler var olan kırılganlıkları ve ayırımcılık biçimlerini de artırıyor. Etnik grupların, çok yoksulların, marjinal grupların afetlerde kırılganlıkları daha ağır oluyor.
Bir de terk edilen veya terk eden kadınlar konusu var… Bir felaketle karşı karşıya kaldığımızda yalnız kalmak ya da bırakılmak da bir tür psikolojik şiddettir. Erkekler bu tür zorlukları kaldıramadıkları için onları ve çocuklarını terk edip ancak kalıcı konutlar verildikten sonra ya da afetin yıkımı bir miktar olsun atlatıldıktan sonra geri dönmeye kalktılar. Bir kısım aile tekrar bir araya geldi, bir kısmı ayrıldı.Boşanmaların en çok yaşandığı dönemlerden birisi afet sonrası dönemlerdir. Ekonomik yardımlar erkeklere verilirken bu yardımların çoğu kadınlara ve çocuklara ulaşmadı.
VAN DEPREMİ VE KADIN MAĞDURİYETİ
Van depremi kente sınıfsal farklılıklarına göre yansıdı . Ekonomik durumu biraz iyi olan insanlar bu kenti özel araçları veya uçaklarla terk ettiler. Geriye kalanlar yalnız kadınlar, çok çocuklu aileler, başka kentlerdeki akrabaları da yoksul olanlar, engellisi bulunan aileler oldu.
Kalanlar ikiye ayrıldı hizmet sunucuları tarafından ;devlete yakın olanlar ve olmayanlar.
Devlet ve belediye iktidar savaşına bu deprem sonrasında da devam edecek kadar birbirlerine bilenmişlerdi zaten. Artık herkesin kendi mağduru vardı.
Deprem esnasında sığınma evlerinde kalan kadınlar çocuklarını bırakmak zorunda kalarak başka illere nakledildiler. Henüz yaşadığı şiddetin travmasını atlatamadan depremin travmasını yaşamak zorunda bırakıldılar. Yalnız başına çocukları ile yaşamaya çalışan kadınlar toplumun yaratmaya çalıştığı ‘bir erkeğe bağımlı olma’ dayatmasına başkaldırdıkları için tüm erkekler ve sistem tarafından cezalandırıldılar. Yardım dağıtımları erkekler tarafından organize edilip ve erkeklere göre koşullar yaratıldığından, bir kadın tek bir çadır alabilmek için gece yarıları çok uzak bölgelerde,yüzlerce erkekle beklemek zorunda kalmış ve bir de sosyal dışlanmaya ve aşağılanmaya maruz bırakılmışlardı. İşte tam da bu aşamada devreye giren VAN KADIN DERNEĞİ her mahalleden bu çalışmalara gönüllü olan genç kadınları bir araya getirerek Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce gönüllüyle Van’daki feminist afet çalışmasını gerçekleştirdi.
Diğer taraftan 90’lı yılların başında Yugoslavya’da yaşanan savaşta kadınların bedenine yönelen vahşetin daha fazlası ve çok boyutlusunu, 2000’li yılların ilk çeyreğinde Nijerya, Irak, Suriye kısacası radikal İslam adına kıyımların yaşandığı her yerde canlı canlı izlemek zorunda kaldık.
Bugün de, kadının en ileri insan hakları belgesi kabul edilen Beijing( Pekin) belgesi yazıldığında yıl 1995 imiş.
Tecavüzün savaş suçu kabul edilmesi ise Yugoslavya’nın parçalanması sırasında yaşanan cinsiyetçi vahşet üzerine henüz 1998’de Roma Statüsü ile gerçekleşmiş… Oysa bizler İnsani Yardım’ın politikalar üstü bir yeri olması gerekir. Ayrımcılık yapamaz, afetten etkilenen bütün insanlara eşit davranmak zorundadır…
Afetin diğer alanında yani kurtarma boyutunda mücadele eden kadınlar için de durum hiç farklı değil.Erkek egemen bir camiada varolma savaşı verilmekte. Erkeklerin fiziksel güçlerine karşın kadın ekip üyesi pratikliğini ,kıvrak zekasını ve toparlayıcı özelliklerini kullanmakta.
Ekip içinde ancak seçilmiş lider olarak değil, doğal lider pozisyonunda yine erkeğin arkasında kalmaktadır. Operasyonlarda kadın ekip üyeleri, resmi yetkilerce sıcak bölgeye sokulmamaya, aktif görev verilmemeye çalışılmakta, basit bahanelerle sıcak bölge dışına alınmaktadır. Yine de bu alanda dirayet gösteren, pes etmeyen ve etki alanı geniş olan kadın gönüllülerimiz olduğunu da biliyoruz.
SONUÇ OLARAK;
Afet yönetiminin risk yönetimi aşamasında kadınlara mutlaka söz hakkı verilmeli, istekleri, şikâyetleri ve talepleri dinlenmeli ve bunlar doğrultusunda gerekli planlamalar yapılmalı; tedbir ve önlemler alınmalıdır. Afet yönetiminin kriz yönetimi sürecinde ise daha önceden kadınların da dahil edildiği bu planlamalar cinsiyetler arasında bir fark gözetilmeksizin uygulamaya konulmalıdır.
Kadın dayanışma ağlarıyla kadınların birbirlerine verdikleri gücü de görmezden gelemeyiz. Ne diyelim o halde; HER DURUMDA, HER ŞARTTA, HER YIKIMDA BİRLİKTE DAHA GÜÇLÜYÜZ…!
KAYNAKLAR;
https://www.sivildusun.net/mavi-kalem-afet-acil-durumlarda-kadin-calistayindan-notlar/
https://m.bianet.org/bianet/goc/254470-turkiye-dunyada-en-fazla-multeciyi-barindiran-ulke